Yarın 17 Ağustos.

O geceki felaketin üzerinden tam 22 yıl geçti.

Geriye dönüp baktığımızda ne değişti diye soracak olursanız aslında cevap kısa;

- Kocaman bir hiç!

Yanlış anlaşılmasın.

Adapazarı fiziki açıdan değişti.

Zira 17 Ağustos 1999 tarihindeki Adapazarı ile bugün yaşadığımız şehir arasında dağlar kadar fark var.

Hiç yoktan ortaya “yeni bir şehir” çıktı…!

***

Bugün Karaman, Camili ve Korucuk bölgesi depremden sonra yapılan en büyük hizmetlerden biri oldu.

“Duble yollar” ve meydanlarıyla, yeşiliyle şehir daha bir yaşanır hale geldi.

Kısacası Adapazarı gerçekten çok değişti.

Adapazarı değişti değişmesine ama;

Bizi bekleyen “sinsi tehlike” hiç değişmedi.

O hep kapının arkasında kendisini hatırlatacak zamanı bekliyor.

Bence o zaman da çok fazla uzak değil…!

***

Peki;

Bu “sinsi tehlikeye” karşı;

17 Ağustos 1999’u yaşayanlar olarak bizler hazır mıyız?

Hiç sanmıyorum.

O gece yaşananlar bizlerde derin izler bıraksa da;

Maalesef “hırslarımızın” esiri olmaktan kendimizi bir türlü kurtaramadık.

Oysa bu şehir 17 Ağustos gibi büyük bir felaketi yaşadı.

İnsanlar enkaz altında günlerce kurtarılmayı bekledi.

Ne canlar verildi.

Kimilerimiz sakat kaldı.

Hemen herkes ya bir yakınını ya da bir dostunu mutlaka enkaz altında bıraktı…!

***

Kimse aradan geçen bu 22 yıla rağmen oturup her gün “ağıt yakalım” demiyor.

Ama içimizde bitmek tükenmek bilmeyen “hırsımızı” biraz dizginleyelim diyorum.

O gece binaların “neden” yıkıldığını herkes kafasının bir köşesine kazısın istiyorum.

Aynı hataların tekrarlanmamasını diliyorum.

Bu mal mülk edinme “hırsı” yüzünden ayını acılar tekrar yaşanmasın istiyorum…!

***

Daha önceki yazılarımda da yazdım.

Tekrarlamakta yarar görüyorum.

17 Ağustos sabahı “45 saniyede” olup bitenler bize zaman olarak çok kısa geldi.

Bu zaman zarfında kafamızı duvarlara çok fazla vurmamışız ki hala aklımız başımıza gelmedi.

Gerçi “45 saniyede” koskoca şehir kelimenin tam anlamıyla “harabeye” döndü.

Ama içimizdeki “hırs” 7,4 şiddetindeki bu sarsıntıdan hiç ama hiç etkilenmedi. Daha ertesi sabah hemen kendini gösterdi…!

***

Hatırlıyorum da 17 Ağustos sabahının hemen ertesi günü Atatürk Bulvarı enkazdan çıkan bir “kasa” için kavgaya sahne olmuştu.

Birbirleriyle öldüresiye kavga eden bu şehrin en saygın iki insanını gördüğümde hayrete düşüp;

- Değer mi?

Diye kendi kendime mırıldanmıştım…!

***

Öyle ya;

Daha insanların kanları kurumamış.

Binlerce insan hala enkaz altında kalmış.

Birileri kalkmış;

- O kasa senindi, benimdi.

Diye Bulvar’ın ortasında kavga ediyor.

Bu nasıl bir “hırstır” anlamak mümkün değil…!

***

Hani vatandaşlar ve görevliler araya girmese ortalıkta kan gövdeyi götürecek.

Neden?

Bir “hırs” yüzünden!

Eminim o gün kavga edenler enkaz altından bir yakınını kurtarmak için bu kadar “hırslı” olmamıştır.

Tamam;

- Mal canın yongası!

Derler ama can elden gittikten sonra “dünya malı” senin olsa ne yazar.

Herkes eninde sonunda varını yoğunu bırakıp gidiyor…!

***

Neyse sonuçta her 17 Ağustos gelip “anma törenleri” düzenlendiğinde şu meşhur sloganla kendimizi avutuyoruz;

- Unutmadık, unutturmayacağız.

Aslında tam tersi!

O gecenin hiç hatırlandığını sanmıyorum.

Zira daha “46. saniyede” 17 Ağustos’u “hırslarımız” yüzünden unuttuk.

(18 Ağustos 2008…!)