Sakin Öner’e Ahmet Arvasi’yi sordum o da şöyle anlattı.
“S. Ahmet Arvasi hem samimi Müslüman hem de Türkçü Turancı’ydı”
RÖPORTAJ: HÜDAVENDİGÂR ONUR
*
Eğitimci yazar, Vefa Lisesi eski Müdürü Sakin Öner ile bir söyleşi gerçekleştirdim. Siz okurlarımla bunu paylaşmak istedim. Sonra bu söyleşileri bir araya getirip kitap halinde yayınlayacağım / H.O.
*
- Ahmet Arvasi’yle nasıl tanıştınız? Eğitim Enstitüsündeki günlerinizle ilgili anılarınızı anlatır mısınız?
S.Ö.- Babamın memuriyeti nedeniyle 1961-1964 yılları arasında Van’da okudum. Van Atatürk Lisesi Orta 3. sınıfında okuyordum. Okulda şiir yazdığım ve güzel şiir okuduğum için “Şair” sıfatıyla tanınıyordum. “2 Nisan” Van’ın Ermeni ve Rus işgalinden kurtuluş günüdür (2 Nisan 1918) ve bayram olarak kutlanır. Okul müdürlüğü, beni 1962 yılı 2 Nisan Kurtuluş Günü’nde yapılacak İl Töreninde bir şiir okumak üzere görevlendirdi. Şiirararken Nail Başıbüyük ve Servet Mehterbaşıoğlu gibi iki değerli Türk milliyetçisinin çıkardığı 2 Nisan adlı günlük yerel gazetede “2 Nisan” başlıklı uzun bir şiir buldum. Çok güzel şiirdi. Şairi S. Ahmet Arvasi idi. Bu şiiri törende coşkuyla okudum, çok beğenildi. Arvasi Hoca ile ilk tanışmamız bu şiir aracılığıyla gıyabi oldu. Ama ben bu şiiri ve şairinin adını hiç unutmadım.
1965 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanarak İstanbul’a geldim. Çalışarak okuyordum. 1965 yılında Babıâlide Sabah gazetesinde, 1966’da Bugün gazetesinde çalıştım. 1967 yılında Mümin Çevik’in sahibi olduğu ÜçdalNeşriyat’ta çalışıyordum. Orada yine Mümin Çevik’e ait Doğan Güneş Yayınları arasında 1965 yılında yayımlanan Arvasi’ninTürk milliyetçiliğiyle ilgili düşüncelerini açıkladığı ilk eseri olan “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” kitabıyla karşılaştım. Mavi kapaklı ince bir cep kitabı olarak basılmıştı. Bu kitap, Ahmet B. Karabacak’ın sahibi olduğu ve benim de Yazı İşleri Müdürlüğünü yaptığım Milli Hareket dergisinin Ekim 1967 tarihindeki 15. sayısında da yayımlandı. Arvasi ile ikinci karşılaşmamız bu kitap nedeniyle yine gıyabi oldu.
Hukuk Fakültesinden ayrıldım 1967 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü kazandım. 1972 yılı Şubat ayında mezun oldum ve aynı yılın Mayıs ayında Denizli Lisesine Edebiyat Öğretmeni olarak tayin edildim. Tatilde 1972 Temmuzunda Balıkesir’de hava astsubayı olarak görevli dayımı ziyarete gittim. Bir gün tarihi saat kulesinin yanındaki Belediye Parkı’ndaki çay bahçesinde oradaki milliyetçi arkadaşlarla otururken zayıf, uzun boylu, kara yağız bir yapıya sahip Ahmet Arvasi yanında Van Atatürk Lisesi’nde coğrafya hocam Rıfkı Akın ve Yozgat Lisesi’nden tarih öğretmenim Yılmaz Boyunağa ile yanımıza geldi. Üçü de Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü’nde çalışıyorlardı. Ben kafamdaki efsane kişi ile ilk kez o gün yüz yüze tanıştım. Kafamda on yıldır taşıdığım ve kimliğini merak ettiğim ismin sahibiyle karşılaştım. Onun da benim adımı “Milli Hareket” dergisi ve bazı gazetelerde çıkan yazılarımdan bildiğini öğrendim. O gün sanki kırk yıllık bir dost gibi sohbet ettik. Son derece mütevazı insanı rahatlatan bir hali vardı.
Sonra ben 1975 yılı Kasım ayı başında askerlik dönüşü Denizli Lisesi’nden İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’ne Müdür Yardımcısı olarak tayin edildim. Okula ilk gün gittiğimde tatlı bir sürprizle karşılaştım. Arvaside Balıkesir’den sonra Bursa Eğitim Enstitüsü’ne, oradan da İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsüne tayin olmuş. O günkü mutluluğumu hiç unutamam. Orada bana ve arkadaşlarıma hep rehber oldu, moral verdi. Çünkü ben o tarihte 28 yaşındaydım, Arvasi Hoca ise 43 yaşındaydı.
İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde, görev yaptığımız 1975-1978 yılları arasında 175 kadrolu, 50 kadar da ücretli öğretim elemanı vardı. Bunların 35-40 kadarı milliyetçi ve muhafazakâr görüşteydi. Arkadaşlardan Namık Özer Erdoğan müdürümüzdü, ben de müdür başyardımcısıydım. Yaş ortalamamız 30 civarındaydı. Bu genç ve idealist yönetici kadronun danıştığı üç kıdemli büyüğümüz vardı. Bunlar S. Ahmet Arvasi, Mehmet Ateşoğlu, Dr. Ahmet Hamdi Turgut du. Üçü de idealist ve cesur insanlardı. Özellikle Ahmet Arvasi ders saatlerinin dışında daima bizi ziyaret ederdi. Biz de çözemediğimiz konular ve yapmayı tasarladığımız işleri ona danışırdık. O da sakin tavrıyla bizi dinler makul cevaplar verirdi. Bizim işlerimizi kolaylaştırdı. Ayrıca onunla sohbet ederken yeni şeyler öğrenirdik.
Ahmet Arvasi hoca medeni ve sosyal bir insandı. Her görüş ve yapıdaki insanı saatlerce sabırla dinler, görüşür, tartışırdı. Hiçbir konuda taassubu yoktu. Çünkü gerçek bir aydın idi. Branşında yetkin ve genel kültürü güçlü bir entelektüeldi. Doğu ve Batı düşünürlerinin hepsini okumuştu. Bütün fikir akımlarını, ideolojileri, dini ilimleri, dinler felsefesini, eğitim psikolojisini ve sosyolojisini iyi biliyordu. “Kendini Arayan İnsan, İnsan ve İnsan Ötesi, Diyalektiğimiz ve Estetiğimiz, İlm-i Hâl ve Eğitim Sosyolojisi” adlı eserlerinde bu zengin kültürün yansımalarını açıkça görebiliriz. Okula ilk atandığımız 1975 yılında solcu öğrencilerin sayısı yüzde 90 oranındaydı. Hocanın bu kültürel birikiminden dolayı karşıt düşünceli kişiler ve öğrencileri onunla tartışamazdı. Tartışmanın galibi her zaman Arvasi Hoca olurdu. Taassup derecesinde solcu olan öğrenciler kafalarının karışmaması için dersine girmezlerdi. Çünkü Hocanın kuvvetli bir mantığı vardı ve tartışma âdabını iyi bilirdi. Muazzam bir analiz ve sentez kabiliyetine sahipti.
*
- Ahmet Arvasi Hocayla ortak basın yayın çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz? Hoca politikaya nasıl girdi?
*
S.Ö.- 1966 yılında Ülkücü Hareket’in ilk yayın organı olan Milli Hareket dergisini Ali Muammer Işın’la birlikte çıkaran ve Türk Kültürü Yayınlarını kurup çok sayıda milliyetçi yayını kültürümüze kazandıran Ahmet Büyükkarabacak, 1976 yılında Ülkücü Kadro adlı bir dergi yayımladı. 1976-1978 yılları arasında on beş günde bir çıkan ve 27 sayı devam eden Ülkücü Kadro dergisinin yazı işleri müdürlüğünü Hasan Külünk yaptı. Bu dergi, hem fikri, hem de teknik yönden kaliteliydi. “Türk-İslam ülküsüne hizmet eder” ilkesini benimseyen bir dergiydi. Bu derginin yazarları arasında Ahmet B. Karabacak, S. Ahmet Arvasi, Taha Akyol, Necdet Sevinç, Abdülkadir Sezgin, Ergun Kaftancı, Ali Uğur ve ben vardım. Derginin en popüler adı Arvasi Hocaydı. Aynı yıl enstitüde 20 ülkücü öğretim üyesi arkadaşla “Dokuz Işık Yayınevi” adıyla bir yayınevi kurduk. Bu yayınevinin ortaklarından biri de Arvasi’ydi. Derginin kuruluş amacı, Alparslan Türkeş’in “Dokuz Işık” adlı milli doktrin kitabını, Türkeş’in kitapları ve beyanatlarına dayanarak genişletmek ve her maddeyi ayrı kitap halinde yayımlamaktı. Bu konuda rahmetli Türkeş’e, Arvasi Hoca, Gavsettin Koçak ve ben birlikte gittik. O zaman Türkeş, Başbakan Yardımcısıydı. Organize ve redakte görevini bana verdi. Her maddenin hazırlanmasını, branşına uygun bir arkadaşımıza verdik. Türkeş’in bütün kitapları ve beyanatlarından 9 takım temin ettik ve arkadaşlara dağıttık. Hatırladığım kadarıyla bu kitaplardan Milliyetçiliği AhmetArvasi, Ahlakçılığı Cahit Baltacı, Hürriyetçilik ve ŞahsiyetçiliğiGavsettin Koçak, Halkçılığı Atilla Yayım, Endüstri ve TeknikçiliğiMehmet Ali Çorlu hazırladı. Yayınevinde milliyetçi-ülkücü arkadaşlarla birlikte sürgün edildiğimiz 1978 yılı Mart ayına kadar Dokuz Işık’ın ilk altı kitabını yayımladık. Kitapların dağıtımını Anda Dağıtım yaptı. Ayrıca Alparslan Türkeş’in “Anarşi ve Ecevit” ile “27 Mayıs ve Gerçekler” adlı kitaplarını, Arvasi’nin“Kendini Arayan İnsan” ve “İnsan ve İnsan Ötesi” kitaplarını yayımladık. Hoca bu kitapları için telif ücreti almadı. Her kitaptan 500 adedini MHP Genel Merkezi’ne hediye ettik. Okulda her gün solcu öğrenciler olay çıkarıyordu. Ama 1976-1977 öğretim yılında solun bu hakimiyeti sona erdi. Ama biz bu yoğun anarşi ortamında bu yayınevini kurmayı ve 10 kitabı yayımlamayı başardık. 1978’de CHP iktidarının bürokraside yaptığı büyük ülkücü kıyımına Enstitüdeki bütün ülkücü ve milliyetçi arkadaşlarımız da uğradı. Her biri İstanbul dışına sürgün edildi. Bunun üzerine Dokuz Işık Yayınevi’ni kapatmak zorunda kaldık. Çünkü sürgün olan arkadaşlarımızın hisselerine düşen parayı almaya ihtiyaçları vardı.
HOCA YİĞİT ADAMDI
Arvasi Hocanın sorduğunuz gibi bir de politikaya girişiyle ilgili anımı paylaşmak istiyorum. 1978 yılında Ecevit Hükümetinin bürokrasideki ülkücü kıyımından Arvasi Hoca da nasibini aldı, birçok arkadaşı gibi o da Atatürk Eğitim Enstitüsünden sürgün edildi. Sürgün edildiği okul, Kırşehir Lisesi idi. Okul, Kırşehir’de solcuların hâkim olduğu kurtarılmış bölgedeydi. Hocanın orada çalışma imkânı yoktu. Ama Hoca, yiğitçe gitti, göreve başladı, fakat gerçekten çalışamayacaktı. Duruma üzülen Vanlı hemşehrileri devreye girdi, daha önce başbakanlık yapmış olan hemşehrileri Ferit Melen’le görüşerek İstanbul’a ailesinin yanına tayinine yardımcı olmasını rica ettiler. Melen devreye girdi ve Hoca’yı İstanbul’a tayin ettiler. 27 Nisan 1978’de göreve başladığı Kırşehir Lisesi’nden Ümraniye Lisesi’ne tayin oldu, 23 Ağustos 1978’de bu okulda göreve başladı. O tarihlerde bu okulun bulunduğu bölge solcuların hâkim olduğu “kurtarılmış bölge” diye adlandırılan bölgelerdendi. Bu okulda Hocaya ders verilmeyerek okula sokulmadı. O da çoğu zaman rapor alarak 1978-1979 öğretim yılını tamamladı. 10 Haziran 1979’da yapılan MHP’nin 14. Büyük Kongresinde, başta Ahmet Büyükkarabacak ve yakın dostlarının girişimiyle MHP Genel İdare Kurulu Üyesi seçildi. Kendisi İstanbul’daydı. 11 Haziran 1979 Pazartesi günü radyoda 13.00 haberlerini dinlerken bu göreve seçildiğini öğrendi. Ertesi günü Ümraniye Lisesi’ne giderek emeklilik dilekçesini verdi.
İkimizin yolu bu kez Hergün gazetesinde kesişti. Gazete de ben Haber Müdürlüğü yapıyordum, hoca da günlük “Türk-İslam Ülküsü” başlığıyla köşe yazıları yazıyordu. Aynı yıl, Arvasi Hoca başkanlığında Ahmet Büyükkarabacak, Ahmet Er ve Abdülkadir Sezgin’le birlikte Türk Gençlik Vakfı kuruldu. Ben de on yıl kadar o vakfın fahri müdürlüğünü yaptım. Alparslan Türkeş’in yarım kalmış “Dokuz Işık” kitabını genişletilmiş tek kitap olarak Türk Gençlik Vakfı yararına yayımladık. Türkeş, genişletilmiş bu ilk baskıyı Ankara’da kendisine götürdüğümde çok beğendi, teşekkür etti ve ilk kitabı bana imzaladı. Hoca ile dostluğumuz vefatına kadar kesintisiz ve artarak devam etti.
*
- Ahmet Arvasi’nin şahsiyetiyle ilgili neler söylemek istersiniz?
*
S.Ö.- Türk-İslâm Ülküsünün Mütefekkiri Ahmet Arvasi, çok yönlü bir şahsiyetti. Bir fikir ve dâva adamı olmasının ötesinde eğitimci, şair ve yazardı. Büyük bir idealist ve eylem adamıydı. Çok kültürlü, gerçek bir entelektüeldi. Bir ‘mektep adam’dı. Bir rol modeldi. Tavizsiz ve samimi bir müslüman ve şuurlu bir Türk milliyetçisiydi. Misyon ve vizyonsahibiydi. Misyonu; Türk gençliğine ve milletimize “ilâ-yıkelimetullah” idealini ve “Türk-İslâm Ülküsü”nü benimsetmekti. Vizyonu ise, bu ideal ve ülkünün alperen ruhuyla yetiştirilecek gençler eliyle dünyaya yayılmasına vesile olmaktı. Bütün ömrünü bu amaç ve hedef uğrunda çalışmayla geçirdi. Onun şahsiyetinin ağır basan yönü eğitimciliğiydi. Gerek 27 yıllık öğretmenlik hayatında, gerekse emeklilik hayatında eğitimciliğine ara vermedi. Gerek sivil toplum kuruluşlarındaki konuşmalarında, gerek gazete ve dergilerdeki yazılarında, gerekse evinde misafirleriyle yaptığı hasbıhallerde hep eğitimin önemini anlattı. Mütevazıydı. Şanlı Peygamberimizin ahfadından idi. Ama bir gün bu mensubiyetiyle övündüğünü görmedim, duymadım. Hoşgörüsü çoktu, kızmazdı. Yalnız İslâm’a ve Türklüğe karşı bir haksızlık veya saldırı yapılırsa çok sinirlenir ve çok sert tepki gösterirdi. Çoğu zaman gülerek konuşur, ortamı yumuşatırdı. Sevdirir, müjdeler, korkutmazdı. Herkesi ilgi ve sevgisiyle kucaklamaya çalışırdı. Çünkü, kaybetmeyi sevmiyordu, herkesi kazanmayı düşünüyordu.Kısacası Ahmet Arvasi, inandığını yaşayan yiğit bir Türk milliyetçisi, örnek bir dâva ve fikir adamıydı. İstanbul beyefendisiydi. Doğru, dürüst, düzgün bir adamdı. Dostuna munis ve müşfik, düşmanına korkusuz ve cesurdu. Sizin anlayacağınız dört dörtlük adam gibi adamdı.
*
- Ahmet Arvasi’ninTürk Milliyetçiliği tarihindeki yeri nedir? ‘Türk-İslam Ülküsü’nasıl doğdu? Arvasi’nin eserlerinde ‘Türklük’ vurgusuna sıkça rastlanıyor. Hoca neden Türk milletine bu kadar düşkündür?
*
S.Ö.- Ahmet Arvasi’nin Türk Milliyetçiliği Tarihi’nde özel bir yeri vardır. 20. Yüzyılın başlarında eser veren Mehmet Emin (Yurdakul), Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali Bey Türkçü şahsiyetlerdi. Bunlar, Osmanlı İmparatorluğunu yöneten padişahların, gayrıTürk unsurları tedirgin etmek istemedikleri için ihmal ettikleri Türk kimliğini, dilini, tarihini ve kültürünü ortaya çıkarıp millete benimsetmeye önem vermişlerdir. Bu çalışmalarıyla bir milli devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna fikri ve zihni bir zemin hazırlamışlardır. Cumhuriyet döneminde ise Hüseyin Nihal Atsız, Türkçülük ve Turancılık düşüncesinin önderi olmuştur. Türkçülük düşüncesi ve siyaseti, imparatorluğun takip ettiği Osmanlıcılık ve İslâmcılık siyasetlerinin iflasından sonra ortaya çıktı.
TÜRKLÜĞE SALDIRANLARA SERT TEPKİ GÖSTERİRDİ
Ahmet Arvasi, Türkçülerin biraz ihmal ettiği din mefhumunu, milliyetçilikle bütünleştiren bir fikir adamıdır. İslâm inancı, taassup ve hurafelerden uzak, akla, ilme ve imana dayanır. O, gerçek bir Türk milliyetçisi ve ülkücüsü idi. İslâm’ın meşru çerçevesi içinde “Turancı” denilecek kadar Türkçü ve milliyetçiydi. Türklüğü beden, İslâmiyeti ruh kabul eden bir milliyetçilik anlayışına sahipti. Hayatı, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı karşı karşıya getiren dinimizin ve milliyetimizin düşmanlarına karşı mücadele ile geçmiştir. O, bu düşmanları durduracak tek reçete olarak felsefesini kendisinin oluşturduğu Türk-İslâm Ülküsü’nü görmüştür. Ahmet Arvasi, Türk-İslâm Ülküsü ile Türk milliyetçiliği tarihinde birleştirici bir düşünce insanı olarak yerini almıştır.
Arvasi Hoca, milliyetçilik anlayışını şöyle özetlemiştir: “Ben, İslâm iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyetçilik şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, ister çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında Şanlı Peygamberimizin “Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır” tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım”.
Ahmet Arvasi, Türklerin İslâmın bayraktarlığını yaptığını belirtiyor ve bu görevin hâlâ bu millette olduğunu anlatıyordu. Bu yüzden bu iki mukaddes varlığın birbirinden ayrı, farklı ve karşı varlıklar gibi gösterilmesine tahammül edemezdi. 1965’te Sayın Ahmet Er’in radyoda yaptığı bir seçim konuşmasında dile getirdiği ve uzun yıllar milliyetçi câmiada çok tutulan ve sürekli kullanılan “Türk-İslâm Sentezi” ifadesindeki “sentez” kelimesine yeni yorum getirdi. Çünkü, ona göre sentez, homojen olmayan nesnelerin bir araya gelmesiyle oluşur. Sentez, analiz edilebilerek ayrıştırılabilen bir oluşumdur. Halbuki Türklük ve Müslümanlık etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Birbirinin tamamlayıcısı, olmazsa olmazıdır. İşte bu sebeple Arvasi Hoca, 1970’li yılların başından itibaren, Türkiye’yi yüceltecek ve gençliğimize benimsetilecek düşünce sisteminin adını “Türk-İslâm Ülküsü” olarak koymuştur. Hoca, aynı gerekçeyle, “kültür mozayiği” sözünden de çok rahatsız olmuştur.
Ahmet Arvasi, Türk milliyetçilerinin, Türk-İslâm ülkücülerinin dâvasının Allah ve Resûlünün dâvası olduğunu, bunun da “ilâ-yıkelimetullah” dâvası olduğunu ve kıyamete kadar süreceğini savundu. Aksini iddia edenlerin, ya Türk milliyetçilerini tanımadığını, ya da bühtan ettiklerini söylerdi. “Türk milliyetçisi, her şeyden önce bir iman adamıdır” diyordu. Türk milletinin dünyaya “nizâm-ı âlem” vermek üzere gönderildiğine inanıyordu. “Kesin olarak iman etmişimdir ki, Müslüman Türk milleti ve onun devleti güçlüyse İslâm dünyası da güçlüdür” diyen Arvasi, İslâm dünyasını esir almak isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefinin Türk devleti ve Türk milleti olduğunu belirtiyordu.
*
- Türk Edebiyatı Vakfındaki bir konuşmanızda “Arvasi Türkçü gücün zayıflatılmasına karşıydı” demiştiniz. Bu konuyu biraz açıklar mısınız?
*
S.Ö.- Ahmet Arvasi’yiyakından tanımayan bazı kişiler, dini bilgilerinin derinliği sebebiyle onu hep bir din adamı gibi göstermeyi tercih etmişlerdir. Halbuki hoca, aynı zamanda ‘Türkçü’ ve ‘Turancı’ denecek kadar ileri derecede bir milliyetçiydi. Biyolojik ırkçılığın parçalayıcı ve bölücü bir karakter taşıdığını, ictimaiırkçılığın ise birleştirici ve bütünleştirici bir özellik taşıdığını belirtirdi. Kültürel anlamda soy birliği şuurunu taşıyordu. Bu konuda Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan ve Erol Güngör çizgisindeydi. Onun milliyetçiliği, sadece Türkiye Türklerine münhasır değildi. Bütün Türk ve İslâm dünyası ile insanlık âlemini de kucaklayan birleştirici bir milliyetçilik anlayışına sahipti.
Ahmet Arvasi’ninmilliyetçilik anlayışı, “Türk Dünyasını da kucaklıyordu ve bir anlamda Turancıydı. Henüz 17 yaşında bir delikanlı iken (1949) yazdığı “Özleyiş” adlı şiirinde, onu maziye ve ecdâda âşık ve Türklüğün görkemli çağlarına özlem duyan bir yaklaşım içinde görüyoruz:
Tuna neden köpürmüş? Kırım neden inliyor?
Nerde parlayan kılıç; Nerde o akıncı cet?
Şimdi Hazar uzaktan feryadımı dinliyor.
Ayrıldı mı Kafkaslar yurdumdan ilelebet?
Nerde bütün Türkeli? Taşkent, Buhara nerde?
Müslüman Türk ülkesi Büyük Mâvera nerde?
Asya’yı Avrupa’yı titreten nârâ nerde?
Vatan parçalanınca yüzümüz gülmez elbet…
Kıbrıs’ın ayrılışı derd oldu içimizde,
Barbarosun sesini kaybettik Akdenizde, Adalar yabancıda, dinmez dertleri bizde, Balkanımız vatandan ayrıldı mı nihayet?
Şiirin tamamı dört kıtadır ve 1949’da yazılmıştır. 1954 yılında basılan ''Sır'' adlı şiir kitabından alınmıştır. Ömrü boyunca Türk milliyetçilerinin sınırlarımızın dışında kalan soydaşlarımızla ilgilenmelerini ve onların kurtuluşu için mücadele etmelerini istemişti. Savaştepe Öğretmen Okulu’nda görevli iken öğrencileri, girdiği sınıflarda Hoca’ya ‘Turan’ın ne olduğu soruyorlar. O da dersin ilk 15-20 dakikasında, Komünist Rusya’nın Orta Asya’daki Türklere yaptığı zulmü anlatıyor. Türklük dünyasının hürriyete kavuşması ve Turan ülküsünün gerçekleşebilmesi için çok güçlü bir devletimizin olmasını, bunun için gençlerin çok okuyup çok çalışıp ülke kalkınmasında görev almaları gerektiğini belirtiyor.
Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde birlikte görev yaparken, dini yönü zayıf olan bazı Türkçü gençlere kızdığımı ve sert biçimde eleştirdiğimi görünce beni bir kenara çekerek “Aman hocam, Hareket’in Türkçü karakterini kaybetmeyelim, kaybettirmeyelim. Bu çocuklara bir şey söylemeyelim, sahip çıkalım” demiştir. O Türkçü çocukları sevmiş, ilgilenmiş ve korumuştur.
Nesir türündeki ilk eseri 1965 yılında yayımlanan “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri”dir. Doğan Güneş Yayınları arasında cep kitabı boyutunda yayımlanan mavi kapaklı, 16 sahifelik bu kitapçık, Milli Hareket dergisinin Ekim 1967 tarihli 15. sayısında da yayımlandı. Ahmet Arvasi, Türk milliyetçiliğiyle ilgili düşüncelerini açıkladığı bu ilk kitabının önsözünde özetle şunları söylüyor:
“Bugün Türkiyemiz çeşitli fikir akımlarının birbiriyle karıştığı bir alan haline gelmiştir. Ziya Gökalp’ten önceki veya Ziya Gökalp’in fikir alanına doğuşunu hazırlayan şartlara benzer bir ortam içindeyiz… Bugün içinde bulunduğumuz kaosu böylece inceleyip değerlendirecek ve Türk milletine ışıklı bir yol açacak milliyetçi ve ileri insanlara muhtacız. Türk milliyetçiliğini her türlü istismar ve ithamdan kurtarıp, aydın Türk gençliğine yeni baştan teslim etmenin zamanı geçmek üzeredir. Bizi böyle bir sisteme ulaştıracak fikir ve bilim adamlarımızın doğuşunu beklemek yerine, bu adamları yaratmak yolunda bütün imkânları ve gayretlerimizi birleştirmeliyiz.”
“İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” kitabının 5., 6. ve 7. maddeleri “ milliyetçilik” ile ilgili olup 5. maddede milliyetçilik şöyle tarif edilmektedir: “Milliyetçilik, bir milletin kendini ekonomik, kültürel, sosyal, politik yönden güçlendirmesi ve başka millet ve gruplara sömürtmeme çabasıdır. Bu bakımdan milliyetçilik meşru bir hak ve şuurdur”.
Ahmet Arvasi, kitabının 6. maddesinde “ileri ve insanî milliyetçiliğin, kendi milletinin ve insanlık camiasının aleyhine olmamak şartıyla, başka milletleri ve onların milliyetçilerini de sevip desteklediğini”, 7. maddesinde “milliyetçiliğin, sömürü ve emperyalizmi gayrımeşru saydığını” belirtmektedir.
Kitabının 8. maddesinde “…Yeryüzünde yabancı milletlerin boyunduruğu altında bulunan ve ıstırap çeken soydaşlarımızın da insanlık haklarını ve meselelerini milletlerarası hukuk ve şartların elverdiği ölçüde savunacağız” diyerek “Dış Türkler” konusuna vurgu” yapmaktadır. 9. maddesinde ilk ve en önemli amacın, “bugünkü yurdumuzu ve halkımızı ekonomik, kültürel, sosyal ve politik yönden modernleştirmek, güçlendirmek, yabancı ve zararlı etkilerden kurtarmak” olduğu açıklanmıştır.
Kitabının 10. maddesinde “Milliyet ve din şuurunun insanlığı böldüğü ve savaşlara sebep olduğu” görüşünü reddeden Ahmet Arvasi, 11. maddede “sosyal olayların tek faktörle açıklanamayacağını, bunların kompleks ve çok yönlü olduğunu”, 12. Maddede ise “milliyetçinin kendi toplumunun meselelerine sahip çıkması gerektiğini” belirtmiştir.
ÖNEMLİ VASİYET
Ahmet Arvasi Hocanın milliyetçiliği, ahfâdından kalan bir mirastır. Sohbetlerinde bize ailesinin muhterem büyüklerindendin alimi ve gönül adamı SeyyidAbdülhâkimArvasihazretlerinin aile mensuplarına şu vasiyette bulunduğunu aktarırdı: “Türk milleti, sahabe-i kiramdan sonra İslâmiyete hizmet eden tek millettir. İslâmın bayraktarlığını yapan bu millet, gelecekte de bu hizmetini sürdürecektir. Onun için hepiniz Türk milletinin hizmetinde olup onun yükselmesi ve yücelmesi için çalışacaksınız”. Arvasi ailesinin mensupları, bu nasihata sıkı sıkıya bağlı kalmış ömürlerini Türk milletinin hizmetine adamışlardır.
Ahmet Arvasi, İslâm dinini çok iyi bilen, yorumlayan bir Müslüman idi. İslâm’ın çerçevesi içinde şuurlu ve idealist bir Türk milliyetçisiydi. Aynı zamanda aydın ve entelektüel bir insandı, bilimve teknolojide çağdaşlaşmayı, her alanda güçlü bir devlete ve zengin bir millete sahip olmayı, milliyetçiliğin bir gereği olarak görürdü.
- Ahmet Arvasi’yi niçin rol model olarak görmektesiniz?
S.Ö.- Dünyada iddiası olan her milletin, yeni yetişen nesillere göstereceği rol model insanlara ihtiyacı vardır. Ahmet Arvasi her yönden bir rol modeldi. Çünkü karakterli bir insandı. Doğru, dürüst ve namusluydu. İnandığı gibi yaşıyordu. Samimi Müslüman, yiğit bir Türk milliyetçisiydi. Davasını çok iyi biliyor ve savunuyordu. İnandığı değerler için korkmadan mücadele etti. Bu mücadeleleri sırasında her yönden çok mağdur oldu. Mesleğinde yükselme imkanları, hep karşıt düşüncedekiler kişiler ve bazı kurumlar tarafından engellendi. Bu konuda bazı devlet kurumları bile âlet oldu. Bana göre, solcular ve din karşıtları, böyle her yönden güçlü dindar ve milliyetçi bir şahsiyetin yükselmesini kendi düşünce ve inanç dünyaları için sakıncalı gördüler ve kendisine çeşitli iftiralar attılar. Bazı devlet kurumları ise Doğu Anadolu’dan yetişen, Hz. Peygamber ahfâdından olan bir kişinin Türk Milliyetçisi olabileceği gerçeğini kabul edemediler. Bu kurumlardan bazılarının 12 Eylül’den sonra bu hatalarını anlayarak, kendisini davet ettiklerini, hatalarından dolayı özür dilediklerini ve fikirlerine başvurduklarını biliyoruz. Hatta yazdığı “Doğu Anadolu Gerçeği” adlı kitabı bastırıp kendi teşkilâtlarına dağıttıkları da bilgimiz dahilindedir. Arvasi Hoca, inandığı değerler uğrunda 12 Eylül’den sonra kısa sürede olsa hapis yattı. Ama gerek mağduriyetleri ve gerekse hapis yatmasından dolayı hiçbir zaman devlet düşmanlığı yapmadı. Bunları siyasi şartların ve ortamın bir gereği olarak gördü. Hatta bir sohbetinde “Hapishanede mermerin üzerinde kıldığım namazın lezzetini başka hiçbir yerde tatmadım” demişti. Ahmet Arvasi, inandığı değerler için yürüdüğü yolda hiçbir zaman geri adım atmadı. Yaptığı mücadelelerden haklı ve güçlü çıktı. Bu yönden karşıtlarının bile takdirini kazandı.
Bağnaz biri değildi, ön yargısı yoktu. Taassuba ve hurafeciliğe karşıydı. Her şeyin akıl ve bilim yoluyla ele alınmasını isterdi. Bu yüzden her görüş, düşünce ve inanç sahibiyle rahatlıkla oturur, konuşur tartışırdı. Bu yönüyle modern Mevlâna görünümündeydi. “Ne olursan gel” diyordu. Onun kitabında kaybetmek yoktu. O, insan kazanmanın peşindeydi. Bunun için üşenmez, saatlerce görüşür, tartışır, karşısındaki kişiyi ikna etmeye çalışırdı. Sürekli okuyan, kendini geliştiren, çağın gelişmelerini yakından takip eden bir entelektüeldi. Cehalete karşıydı. “İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri” kitabının 13. maddesinde, Türk halkının bütün varlığı ve kurumları ile cehaletin elinde olduğu, Türk Milliyetçiliğinin aydın kadrolarla takviye edilmesi gerektiği”; 14. maddesinde “ekonomik ve sosyal problemlerimizin teolojik, felsefî veya doktriner hal çareleri yerine bilimsel metotlarla çözümlenebileceği”; 15. maddesinde “hiçbir kişi, parti, görüş ve inanışın putlaştırılamıyacağı” ve 16. maddesinde ise “hem kişilerin cemiyete köle olmaması, hem de cemiyetin kişileri köleleştirmemesi gerektiğini” ifade etmiştir.Bu özellikleri nedeniyle Ahmet Arvasi, Türk gençliği için örnek bir dava adamı olarak bir rol modeldir.
*
H.O.- Ahmet Arvasi’nin yakın çevresinde hangi yazar, şair ya da fikir adamları vardı?
*
S.Ö.- Ahmet Arvasi’nin yakın çevresinde milliyetçi ve muhafazakâr çevreden birçok şair, yazar, fikir ve siyaset adamı vardı. Siyasetçiler olarakAlparslan Türkeş, Ahmet Er, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti ve İlhan Egemen Darendelioğlu’nu anımsıyorum. Bilim insanı olarak Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Prof. Dr. Mehmet Eröz, Prof.Dr. Necmettin Hacıeminoğlu, Prof. Dr. Mustafa Erkal, Prof. Dr. Enis Öksüz, Prof. Dr. Ömer Aksu, Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, Prof. Dr. Yümni Sezen, Prof. Dr. Cahit Baltacı, Prof. Dr. Selçuk Ayaydın’ı hatırlıyorum. Şair, yazar ve gazeteci olarak Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Ahmet Kabaklı, Dilaver Cebeci, Necdet Sevinç, Taha Akyol, Ahmet Büyükkarabacak, Yılmaz Boyunağa, Nejat Muallimoğlu, Necati Özfatura, Mehmet Zeki Akdağ’ı sayabiliriz.
Tabii bunlar benim bilgim dahilinde olanlardır. Mutlaka bunların dışında da çevresinde tanıştığı, görüştüğü şair, yazar, fikir ve siyaset insanları vardı.
*
- Arvasi hakkında her yıl paneller, konferanslar yapılmakta, kitaplar yazılmakta, üniversitelerde tezler hazırlanmaktadır. Bazı yerlere adı verilmektedir. Hoca hakkında başka neler yapılabilir?
*
S.Ö.- Ahmet Arvasi çok yönlü bir şahsiyet. Onun eğitimci, fikir adamı ve mücadele adamı olarak bütün yönleriyle ele alınıp incelenmesi gerekir. Bunun için mutlaka “S. Ahmet Arvasi Araştırma Enstitüsü” adıyla bir araştırma enstitüsü kurulması gerekir. Hocanın zengin düşünce dünyası, ancak böyle bir enstitüyle gelecek kuşaklara taşınabilir. Özellikle isim babası olduğu “Türk-İslâm Ülküsü” çerçevesinde yazdığı makaleler konularına göre tasnif edilerek bilimsel bir metotla ve bir kompozisyon bütünlüğü içinde hazırlanarak yeni kuşaklara, Türkiye’yi başarıya taşıyacak bir yol haritası olarak sunulmalıdır. Onun sadece milli eğitimle ilgili görüşleri bir araya getirilerek, Milliyetçi Eğitim Sistemi’nin çatısı oluşturulabilir. Çünkü Arvasi Hoca, konuları soyut olarak değil, somut verilere dayalı olarak pratik çözüm önerileriyle birlikte ortaya koyan bir düşünce insanıdır.
Ruhu şâd, durağı ennet olsun.