Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Mustafa Erkal, milliyetçilik ve muhafazakârlığın birbirine ters kavramlar olmadığını, zaman zaman iç içe ve birlikte düşünülmesi gereken kavramlar olduğunu söyledi.
Milliyetçi çizgide olan kimseden maddi ve manevi değerleri, eserleri, sosyal mirası korumasının beklendiğini, ancak muhafazakâr bir aydının milliyetçi olmadan neyi muhafaza edip koruyacağının tartışmalı olduğunu belirten Erkal, şöyle konuştu:
“Bir muhafazakârın hassas olduğu değerler; milliyetçinin de sahip çıkması gereken değerlerdir.Ancak ülkemizde kendini muhafazakâr olarak tanımlayan bazılarının milliyetçiliğe karşı ve onu reddeder davranışları anlamsızdır. Bu bir çeşit davranış bozukluğudur. Milletleşmeyi, milli kimliği reddeden, Türk milletine mensubiyet duygusunu dışlayan bir kimse neyi ne ölçüde muhafaza edebilir? Milliyetçiliği reddeden muhafazakârın, muhafazakârlığı reddeden bir milliyetçinin fikir çizgisi henüz olgunlaşmamış kabul edilebilir.”
Muhafazakârlığın Türk milletini diğer milletlerden ayıran kendine has özelliklerin yaşatılmasıolduğunu belirten Erkal, şunları söyledi:
“Milletleşemeyen ve kalabalık halinde kalan toplumlarda muhafazakârlık ve milliyetçilik ortak iradesi gelişemez. Bir toplumda değişme kadar muhafazakârlık fonksiyonuna da ihtiyaç vardır. Bir Fransız katolik ile İspanyol veya başka bir ülkenin katoliği aynı din dairesine mensup olmalarına rağmen yaşama tarzı (kültür) farklarına sahiptirler. Milletleşme ile millileşen kültür o kültürün mensuplarını milli menfaatler doğrultusunda hareket etmelerine yol açar. Diğer taraftan Türk, Yunan, Fransız, Alman muhafazakârları birbirinden kültürel farklar gösterir. Bu bakımdan muhafazakârlık ve milliyetçilik milletlere göre değişebilir. Bunlar hiçbir ülkenin inhisarında değildir. Toplumları bekleyen tehlikelerden biri de körü körüne geçmişi taklittir.”
Milliyetçilik ve ırkçılığın birbirinden farklı olduğunu anlatan Erkal, sözlerine şöyle devam etti: “Bazı ideolojik çevreler milliyetçileri ırkçı olarak suçlama yanlışından medet umarlar. Milliyetçilik, kendi milliyeti dışındakileri aşağılamak, dışlamak değil; dünyayı eşit, adil, anlamlı ve istismar edilmeden paylaşabilecek şuur ve olgunluğa erişmedir. Gelişmiş ülkelerle işbirliği yapanlar bunların tersini milli topluma kabul ettirmeye çalışır. Milliyetçilik sadece duygu ve düşüncede kalan bir anlayış değildir; eylemle de ortaya konmalıdır. Ekonomiden dış politikaya ve sanata kadar…”
Milliyetçiliğin kültürel değerlere bağlı olduğunu, Irkçılığın ise genetik ve biyolojik esaslara ve determinizme dayandığını anlatan Erkal, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Batıda milliyetçilikten korkulur. Bunlar sömürge tarihlerinde gayri insani ve gayri ahlaki istismarların sahibidirler. Bu durum halen devam ediyor. Güçlü olanlar işgalcilikle ve hediye toprak almakla uğraşıyor. Egemenliklere ve bağımsızlıklara saygı ortadan kalkmıştır. İnsan hakları konuşulur ama istendiği zaman ortadan kaldırılır. Milletleşemeyen etnisitelerin milliyetçiliği olamaz. Buna asabiyet denebilir.”
Türk milliyetçiliği Türk tarihiyle başlar
Milliyetçiliğin bizde Türk tarihiyle birlikte başladığını anlatan Erkal, şöyle konuştu: “Batıda 1789 Fransız İhtilali, şehirliler gerçeği (burjuvazi) esas alınır. Tarihleri birbirine karıştırmamak gerekir. Kaşgarlı Mahmut’un ‘Dîvânülugāti’t-Türk’adlı eseri 11.yüzyıldadır. Bu dönemde Göktürk Abideleri’nde taşlara Türk kazılmış ve Çin tehlikesine işaret edilmiştir. Milliyetçilik küreselleştirmeye, uydu yapmaya, liberal kapitalist sisteme ne derece yabancı ise sosyalist sisteme de o derece yabancıdır. Sosyalizm zümreci ve sınıf çatışmasını esas alır ve iç çatışmalarla aslında emperyalizme alan açar. Fert, zümre ve sınıf egemenliğini esas alan bir görüş toplumu bütünüyle kavrayamadığından toplumcu da sayılamaz.”
Etnik azınlıklar İslam davasının şampiyonu olarak görünür
Değerli ilim adamı Erol Güngör’ün bu konuda önemli eserler kaleme aldığını anlatan Erkal, şunları söyledi:
“Milliyetçilik ve ırkçılık kesin olarak ayrıdır. Erol Güngör’e göre, milliyetçilik bir kültür hareketi olarak ırkçılığı; halka dayanan bir hareket olmasıyla da otoriterliği reddeder. Eğer bugün yaşasaydı Hitler ve Stalin karışımı işgal ve saldırıları hayretle izlerdi. Yine rahmetli Erol Güngör “milliyet farklarını hesaba almayan bir İslam düşüncesi, kaynağını İslam dininden ziyade, bazı siyasi durumlardan almaktadır. Bu manada İslamcılık şimdiye kadar hep hâkim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların maksadı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkedeki milliyetçi politikayı nötralize etmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açmaktan hiç geri kalmazlar; böyle bir güce erişemedikleri müddetçe İslam davasının şampiyonu olarak görünürler.”
İslamcı, sağcı, solcu, aşırı solcu görünümü altındaki bazı kişilerin ayrılıkçı bazı hareketlerle iç içe olmalarının sebepsiz olmadığını anlatan Erkal, sözlerini şöyle tamamladı:
“Milli devletin kuruluş amacını ve Milli Mücadeleyi reddedenler, Atatürk düşmanlığına soyunanlar, rahmetli Güngör’ün işaret ettiği yanlışlardan hareket etmektedirler. Bunlar Allah’ın ipine değil; emperyal güçlerin iplerine sarılmayı kurtuluş zannederler. Milli Mücadeleye karşı hareketlerin ve Doğu’daki İngiliz güdümlü bazı isyanların temelinde bu husus yatmaktadır. Bir milliyetçi ve muhafazakârın iktisadi görüşleri ile bir liberalin görüşleri farklıdır. Liberal her şeyin kendi içinde zamanla dengeye varacağına inanır ve gerekli kamu müdahalelerini dışlar. Ferdi kutsallaştırır; toplumun fertlerden meydana geldiğini unutur görünür. Yani ağacı gören ormanı fark etmez. Fert mi, toplum mu şeklindeki kısır tartışma; milliyetçi ve muhafazakâr kamplaştırmasının bir başka örneğidir. Özgürlükler ütopyalaştırılamaz; onların da yasal sınırları vardır.Tekrar muhafazakârlık kavramına dönersek; muhafazakârlık, bir milleti diğerinden ayıran, fark ettiren, kendi kimliğini veren maddi ve manevi değerlerin sistemli bir şekilde korunması ve korunarak geliştirilmesidir. Sadece geçmişe takılıp kalmak ve tutuculuk değildir. Zaten öyle bir döneme geldik ki tutucu olmak isteseniz de onu başaramazsınız. Müspet evrensel, kültürel ve teknolojik gelişmeleri dışlamak ve onları ülke yararına kullanmamak muhafazakârlık değildir.” (Hüdavendigâr Onur)