Konya'da yayınlanan Yenigün gazetesinin kültür-sanat ilavesi Şehrin Hafızası, 11 Ekim 2024 tarihli sayısını ölümünün 100. yılı nedeniyle sosyolog Ziya Gökalp'e ayırdı.

Gökalp'le ilgili ilk makaleyi Anuş Gökce kaleme aldı. Gökce, "Ziya Gökalp'in mefkure anlayışı"nı şöyle anlattı:
"Mefkûre, düşünce ideal demektir. Yani bir milletin fertlerinin sahip olması gereken en yüksek düşünce, fazilet ve erdemler demektir. Ziya Gökalp mefkûreye özel bir anlam yüklemiş, onu toplumsal heyecan, şuur olarak nitelemiştir. Yani bir düşünce etrafında birleşen müşterek duygu, yüksek heyecandır. Ona göre mefkûre kaos ortamlarında doğar ve güçlenir, huzur ortamlarında ise zayıflar. Mefkûreyi canlı tutmak için okullarda çocuklar Türk kültürü ile terbiye edilmeli, dini ilimlerin yanında tabiat, felsefe, mantık, hukuk, matematik, fen ve teknoloji derslerine de yer verilmelidir."

Ziya Gökalp'in Osmanlı Devleti’nin zinde ve ortaya çıkan kargaşada mitolojiye başvurduğunu anlatan Gökce, sözlerine şöyle devam etti: 
"Devletlerin kurulmasında, millet olmasında önemli rol oynayan mitolojileri örnek alarak Türk milletine milli bir güç ve şuur aşılar. Gökalp, Türk Mucizesini açıklarken mefkûreye başvurur. Ona göre mefkûre Gökten inen kutsal bir ışıktır. Gökalp, “İçtimai inkılâpların en önemlileri devletin tekâmülüne, milletin esaret ve istiklaline taalluk edenlerdir. Bir devletin teşekkülü büyük bir mefkûrenin milletin ruhunda infilak etmesine bağlıdır. Eski Türkler mefkûreyi gökten inen bir altın ışık suretinde tasavvur etmişlerdi. Bu semavi nurun ruhlarla izdivacından ilahî kutsiyete malik yeni bir cemiyet vücuda getirirdi..."

Anuş Gökce makalesinde, Ziya Gökalp'in mefkûresini “Türk Milletindeniz, İslam ümmetindeniz, garp medeniyetindeniz” diyerek düstur haline getirdiğini, alt dallarını, şubelerini belirlediğini belirterek Gökalp'in şu sözlerine köşesinde yer verdi:
"Eğer biz de bu görüş etrafında birleşecek olursak sosyal hayatımızın değişeceğini ifade etmiştir. Gökalp, “Türk milletindeniz dediğimiz için lisanda, bediiyatta, hukukta, hatta diniyâtta ve felsefede Türk harsına (Türk zevkine, Türk vicdanına) göre bir orijinallik, bir şahsilik göstermeye çalışırız. İslam ümmetindeniz dediğimiz için nazarımızda en mukaddes kitap Kur’an-ı Kerim, en mukaddes insan Hz. Muhammet, en mukaddes mabet Kâbe, en mukaddes din İslamiyet’tir. Garp medeniyetindeniz dediğimiz için ilimde, felsefede, fenlerde vs. medeni sistemlerde tam bir Avrupalı gibi hareket ederiz."

Gökce ayrıca, Ziya Gökalp’in mefkûresinin "Türk milletini, iktisaden, ilmen, lisanen ve dinen yükseltmek, Avrupa medeniyeti seviyesine çıkarmak" olduğunu sözlerine ekledi.

Türk milleti kavramı çok eski çağlardan beri var

Şehrin Hafızası'nda Doç. Dr. Rahimova Bekpaşşa ile Öğretim Görevlisi Bahtiyarova Muhlisa, Ziya Gökalp'le ilgili ortak makale kaleme aldılar.

Gökalp'in küçük yaşlardan itibaren dini ve seküler ilimler üzerine eğitim aldığını, tasavvuf edebiyatına ilgi duyduğunu, Gazzâlî, Muhiddin Arabi gibi mutasavvıfların eserlerini ilgiyle okuduğuna dikkat çektiler. Makalede şu ifadeler yer aldı:
"Ziya Gökalp aynı zamanda yeni dünyevi bilgileri özenle edinmiş ve ilerici düşünürlerin önde gelen temsilcisi olarak Türk milletlerinin bağımsızlığı ve hürriyeti için çalışmıştır. Ziya Gökalp, hayatını ve çalışmalarını Türk halklarının tek millet olarak kültürel ve manevi birliği (Türklük) fikirlerini geliştirmeye adadı. Zira 'Türk milleti' kavramının çok eski çağlardan beri, hatta Navoi zamanından beri var olduğu herkesçe malumdur. 20. yüzyılın başındaki istikrarsız durumda, birliğe ve öz savunmaya büyük ihtiyaç olduğunu doğru bir şekilde anlayan Türk halklarından Cedidler, bu 'Türk milletinin' birliği için canla başla çalıştılar. Bu düşüncenin yani “Türk milleti” kavramının çok kısa zamanda Kafkasya’yı, Volgaboyu’yu, Türkistan’ı kapsamasının nedeni de bu aslında.  1908 Jön Türk devriminin Abdülhamid Sultanlığını devirdiği tarihten bilinmektedir. Bu devrimin sadece Türkiye’nin değil tüm Türkistan ve Türkçe konuşan halkların uyanışını teşvik ettiği tarihten malumdur. Ceditler edebiyat, eğitim, basın ve öğretim alanlarında birçok başarıya imza attılar. İsmail Gaspıralı, Tercüman gazetesinde tüm Türk halklarının anlayabileceği bir Orta Türkçe dili yaratmaya çalıştı. Ziya Gökalp’ın dil meselesine ilişkin görüşleri de her bakımdan dikkate değerdir."

Hale Gürbüz de "Ziya Gökalp'e Halk ve Halk Bilimi" başlığını koyduğu makalesinde, "Türk milleti ne şanslıdır ki Türklüğün tarihi ve medeni hususiyetlerini iyi anlayıp hisseden ve davalarını böylece sırtlayan nice büyük evlatlar yetişmiştir. O kişilerin başında da Ziya Gökalp gelmektedir." ifadelerini kullandı.

*

Prof. Dr. Mehmet Serdar Yılmaz da "Ziya Gökalp’in Düşünce Dünyası" üzerine bir yazı kaleme aldı. Yılmaz, Gökalp'in kısa biyografisini verdikten sonra kitaplarını tanıttı.

Yılmaz, Ziya Gökalp'in Batı Avrupa’da ortaya çıkan tarihi ve toplumsal gelişmelerin ışığı altında doğu toplumları ve Osmanlı Devleti’ni sosyal bilimler, tarih ve sosyoloji biliminin kazandırdığı bakış açısı ile kavramaya ve çözüm bulmaya çalıştığını belirtti. Gökalp'in siyasi olarak birbirleriyle çatışan üç akımdan Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük hareketlerinin taraftarlarının çatışma değil uzlaşma noktalarına yoğunlaşarak bu üç akımı telif etmeye çalıştığını anlattı. Yılmaz'ın "Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak" adlı eserinde Osmanlı Devleti’nin son yıllarında üç fikir akımın temsilcilerinin kendi aralarındaki mücadelelerine son vermek ve bu üç fikir cereyanının aslında Türk milletinin sahip olduğu ve olması gereken özellikleri olduğunu vurguladığını anlattı.

*

Şehrin Hafızası'nın bu sayıda tek farklı makalesi Dr. Nazlı Rana Gürel'e ait. Gürel, "Türkçe = Zeka" başlıklı makalesinde şu ifadeleri kullandı: 
"Türklerle, Türkçeyle ilgili en detaylı araştırmalar Batı’da yapılıyor, bizim değerlerimizi onlar keşfedip dünya kamuoyunun gündemine sunuyorlar. Ne kadar farkındayız bilmem ama Türkçeyi kullanan kişiler olarak çocuklarımız doğuştan şanslı."