19 Mayıs 2019 günü Atatürk'ün önderlik ettiği Türk Kurtuluş savaşının başlangıcının 100 yıldönümünü kutladık; kıvandık, övündük, sevindik.
Bu vesileyle Mustafa Kemal Atatürk hakkında bir şeyler yazmayı bir borç, bir görev saydık. Tabi yazımızda Atatürk hakkında beylik laflar etmeyi düşünmüyoruz. Çoğu kimsenin fark edemediği büyüklüklerinden söz etmek istiyoruz.
Atatürk sadece 19-20. yüzyılın değil, tüm insanlık tarihinin gördüğü en büyük askerî, siyasi, idari dehalardan biridir. Türk ulusu Atatürk gibi bir kişiye, kişiliğe sahip olduğu için çok şanslıdır; ne kadar gururlansa, övünse azdır. Bugün koskocaman bir Türkiye Cumhuriyeti devleti varsa bu tamamiyle Atatürkün eseridir. Onun sayesindedir. Bunu bilmek, bunu inkâr etmemek gerekir. Söz gelişi bu satırların yazarı 1954’te bir dağ ve orman köyünde doğmuştur. Atatürk cumhuriyetinin sağladığı olanaklarla bugün İstanbul'un orta yerinde oturmaktadır. Bu yalnız bizim için değil, Türkiyenin bütün insanları için doğru ve geçerli bir tespittir. Atatürk cumhuriyeti, başka söyleyişle
Azerbaycanlı yarlıganmış (rahmetli) şair-yazar Refik Zekâ Handan (Bakü
1939 - Bakü 1999)’ın deyimiyle Atatürkiye olmasaydı, şu anda mısır tarlasında çapa yapmakla, yaylada sığır gütmekle, ormandan bir dal koparıp sığırlara yiyecek sağlamakla meşgul olacağımızdan hiç kuşkumuz yoktur.
Sözü bu şekilde sürdürmek, uzatmak istemiyoruz. Sadede gelelim:
Atatürkün büyüklüğü nerededir? Hemen akla gelecek olan askersel dehasında mı, İnönünün dediği gibi askersel dehasından daha üstün olan siyasal dehasında mı? Yönetsel dehasında mı? Bizce bunlardan hiç biri değil, belki hepsidir. Fakat bunlar tek başına Türk ulusunun bireyleri için sıradan özelliklerdir. Her ortalama Türk insanı bunları fazlasıyla yerine getirir. Bizce Atatürk'ün büyüklüğünü veya büyüklüklerini başka taraflarda aramak lazımdır.
1. Demokrat Atatürk
Atatürkün birinci büyüklüğü onun kurtuluş savaşımızı halkın iradesine dayandırmasıdır; başka sözle kurtuluş hareketini demokrasiye dayandırması, kurtuluş hareketini demokratik zemine oturtmasıdır. Türk kurtuluş hareketini diğerlerinden farklı kılan en önemli ayırıcı özelliklerden (alamet-i farikalardan) birisi budur.
Atatürk seçim yapmış, halkın temsilcileri olan seçilmiş kişilerle bir meclis kurmuştur. Kararları bu meclisle almış, yasaları bu meclisle çıkarmış, kurtuluş hareketini bu meclisle yönetmiş, ülkeyi uçurumun kıyısından bu meclisle çıkarmıştır.
Bunu en başından itibaren böyle düşünmüş, böyle pilanlamış, Samsuna çıkışını, Havza görüşmesini, Amasya genelgesini bu amaçla yapmış, Erzurum kongresine bu amaçla katılmış, Sıvas kongresini bu amaçla toplamış, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisini bu amaçla açmıştır.
Böylece Türk ulusunun kurtuluş isteğini halk iradesine dayandırarak meşru bir yolda yürütmüştür.
Halbuki Atatürk askerdi. İsteseydi 5, 7, 9 kişilik askerî veya asker-sivil karışık bir konsey kurar, kararları bu konseyle alır, yasaları bununla yapar, hareketi bununla yönetirdi. Ama böyle yapmaya gerek görmedi. Çünkü dünyanın demokratik bir yöne, yönetime kaydığını daha o zaman görmüştü. Gelişmiş batı ülkeleri olan İngiltere, Fıransa, ABD’nin demokrasiyle yönetildiğini, gelişmişliklerinin önemli bir oranda demokrasiye bağlı olduğunu anlamıştı. Birinci Dünya savaşını demokrasi cephesinin kazandığını fark etmişti. İşte Atatürkün en önemli büyüklüklerinden birisi budur (Zira bunu hala göremeyenler, görmek istemeyenler var. Demokrasiyi kaba popülizm, sandıktan üstün çıkma olarak görenler, ne olursa olsun iktidarda kalalım diyenler var.
Bunun için her yolu mubah, meşru görenler var). Ne yazık ki onun zamanında çok partili demokratik sistemin alt yapısı henüz oluşmamıştı. Bugün de oluştuğu söylenebilir mi, bilemiyoruz?!.
Asya, Afrika, Amerikadaki kurtuluş savaşlarının hiç birisi böyle yapılmamıştır. Hepsi konsey, komite vb. 5, 7, 9 kişilik kurullarla yönetilmiştir.
2. Batıyı kendi silahıyla vuran adam
Atatürk'ün ayırıcı büyüklüklerinden biri de Türkiye'yi kurtardıktan sonra hedef olarak çağdaş uygarlığı, yani batı uygarlığını göstermesidir. Atatürk şunun ayırdına varmıştı: Çağımızda bir çok uygarlık vardır, fakat en güçlü uygarlık batı uygarlığıdır. Batı uygarlığını almazsak hep kaybeden olacağız. Nasıl ki Osmanlı hep kaybetmişti. Kuzey Kafkasya, Kırım, Dobruca, Bulgaristan, Doğu Rumeli, Makedonya, Batı Trakya, Kıbrıs, Ege adaları, Ahıska-Ahılkelek, Batum, Kerkük-Musul, Bayır-Bucak gibi Türk yurtları Osmanlının çağa ayak uyduramamasından dolayı yitirilmişti. Çünkü “Medeniyet öyle bir ateşti ki, ona bigâne kalanları yakar, mahveder”di. İşte bu yüzden batı uygarlığını almayı birincil hedef olarak göstermişti ve bu uygarlığı almak için gerekli devrimleri yapmıştı. Başka bir söyleyişle batıyı kendi silahıyla vurmak istemişti hatta vurmuştu da (Atatürk'ü en güzel anlatan ifadelerden biri budur; yani “Batıyı kendi silahıyla vuran adam” ifadesidir. Bir gün Atatürk hakkında bir bitik (kitap) yazarsak, adını böyle koyacağız).
Atatürk 30 Kasım 1925’teki ikinci Kastamonu konuşmasında “Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır” demişti. Bu sözler Türkiye Cumhuriyetinin izleyeceği uygarlık siyasetini açık seçik gösteriyordu.
Bunun için en önemli devrimlerden biri dinle devlet işlerinin ayrılmasıydı ve Atatürk bunu gerçekleştirmişti.
Ardından gelen Türk hükümetleri bir çok yanlışlarına karşın bu hedefi gerçekleştirmeye çalıştılar. 2000’lerden sonra hedef şaştı. Başka uygarlıklar peşinde koşulmaya başlandı.
Atatürk'ten başka hiç bir kurtuluş hareketi lideri böyle bir hedef koymamıştır, koyamamıştır. Sadece İran (Şah Rıza Pehlevi) ve Afganistan (Amanullah Han) Atatürkü takip etmişti. Mısır'da 1952-1970 arasında iş başında olan Cemal Abdünnasır da batı uygarlığını (kılasik batı müziği, opera dahil) almak isteyenlerden biriydi (Abdünnasır Atatürkü seven bir liderdi, tabiri caizse Atatürkçüydü, Adnan Menderesin yanlış politikaları sonucunda Türkiyeden uzaklaşmıştı).
İran, Afganistan, Mısır deneyimlerinin hiç birisi başarılı olamadı.
Çünkü başarılı olmaları için temel zemin olan layikliği getirememiş, yerleştirememişlerdi.
3. Hiç bir ideoloji bırakmadı
Atatürk'ün üçüncü büyüklüğü hiç bir ideoloji bırakmamasıdır. Atatürk zamanın çok hızlı değiştiğini pek güzel anlamıştı. Bu nedenle kısaca “dar çerçeve” demek olan ideolojilere itibar etmemişti. İdeolojilerin ömürlerinin uzun olamayacağını (en fazla üç beş yıl) görmüştü. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun CHP’yi kastederek; “Paşam, bu partinin doktrini yok” demesi üzerine Atatürk’ün “Elbette yok çocuğum, eğer doktrine gidersek hareketi dondururuz” deyişi ne kadar büyük ileri görüşlülük, ön görüşlülüktür. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” derken neyi kılavuz alacağımızı çok iyi göstermişti.
Halbuki Türkiye dışındaki tüm kurtuluş hareketleri ya marksizme yahut da dinsel esaslara dayandırılmıştı. Tabi ki bunların hiç birisi başarılı olamazdı, olamamıştır da. Çünkü ya layiklik temelinden yoksunlardı, ya da kendilerini dar kalıplara hapsetmişlerdi. Bu kalıplarla çağı ideolojilere, ideolojileri çağa uydurmak, uygun hale getirmek mümkün olamazdı, zaten olmadı da. Demek ki pıratik ve pıragmatist olmak lazım. Çağ, zaman neyi gerektiriyorsa onu almak, ona uymak lazım. Zaman size uymuyorsa sizin zamana uymamız lazım. Aksi halde tökezler, patinaj yapar durursunuz.
4. “Yurtta sulh, cihanda sulh” dedi
Atatürk'ün büyüklüklerinden biri de barışçı olmasıdır. Şu dünyada insanlar ve uluslar için barıştan, huzurdan daha güzel bir şey var mıdır? Onun sayesinde Türkiye Cumhuriyeti 96 yıldan beri barış içinde yaşamaktadır. O, dönemindeki diktatör devlet adamları gibi savaş ve toprak peşinde koşmadı. Hitler, Mussolini, Stalin toprak, egemenlik, emperyalizm peşinde koştukları için devletlerini, halklarını ve başka halkları mahvettiler. Milyonlarca kişinin ölümüne sebep oldular. Böyle bir devirde “Yurtta sulh, cihanda sulh” demek ne büyüklük, ne erdemliliktir? Bunu günümüzdeki siyaset adamları dahi diyemiyor, benimseyemiyor, fetih hayalleri peşinde koşmaya çalışıyorlar.
5. Yanlışlardan dönmesini bildi
Atatürk çok akıllı bir devlet adamıydı. Yanlışlardan dönmesini biliyordu. Dil ve müzik devrimlerinde bunu göstermişti. Bununla birlikte aşırı olmamak kaydıyla bunlar da gerekliydi. Ulusumuza Türk adını, dilimize Türkçe adını, devletimize Türkiye adını bağışlamıştı.
Türkçe hakkındaki şu sözleri ne güzeldir:
“Milli duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli duygusunun gelişmesinde başlıca etkendir. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. (1924).
“Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin.” (1930).
“Türk dili zengin, geniş bir dildir. Her mefhumu ifade kabiliyeti vardır. Yalnız onun bütün varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde çalışmak lazımdır.” (1930).
“Gaye, bugünkü ve yarınki Türkün medeniyetini kucaklayacak en güzel ve en ahenkli Türkçedir.” (1932).
Evet Türk dili çok zengindir. Yalnız dilimizi sevmemiz, ona güvenmemiz lazımdır. Onu geliştirmemiz, zenginleştirmemiz lazımdır. Türk diliyle felsefe yapılamayacağını söyleyen siyaset adamlarına uymamamız lazımdır. Bugün bazılarının “Türkçe budandı, 300-500 kelimeyle konuşuyoruz” demesine aldırmamak lazımdır. İngilizler, Fıransızlar, Almanlar da 300-500 kelimeyle konuşuyor. Ama yazmaya gelince binlerce kelimeyle yazıyorlar.
“Turkçe budandı, 300-500 kelimeyle konuşuyoruz” demek de farkında olmadan yapılan bir yanlıştır. Bu yanlışın sebebi herkesin kendi ideolojik Türkçesiyle konuşmasıdır. Biz şu veya bu ideolojinin Türkçesiyle konuşup yazmadığımız için konuşurken de yazarken de hiç bir güçlükle karşılaşmıyoruz, binlerce kelimeyle yazıyoruz. Dillerin Şifresi yapıtımızda ortaya koyduğumuz üzere bilimsel çalışmaları bile Türkçe ve Türkçe terimlerle kaleme alıyoruz.
6. Dünyanın en kansız devrimini yaptı
Atatürk'ün en büyük başarılarından birisi de bütün bunları yaparken kan dökmemesidir. Öyle ki Türk devrimi dünyanın belki en kansız devrimidir (Rahmetli Kemal Karpat da bir sohbetimizde böyle söylemişti). Ergün Aybarsın verdiği bilgiye göre 17 İstiklal mahkemesinde 55 bin kişi yargılanmış, 1.352 kişi idam edilmiştir. Bunların çoğu vatan hainliği, cinayet ve eşkıyalıktan (soygun, yol kesme) idam edilmiştir. Savaşın sürdüğü olağanüstü koşullarda bunlar normal değil midir? Günümüzde bile hukuk cinayetlerine maruz kalmıyor muyuz? Tutuklu yargılanırken hasta olanlar, mapusta hastalıktan ölenler, intihar edenler vb.
Ülkemizde idam olsaydı, Fetö darbesinde kaç kişinin idam edileceğini bir tahmin edelim bakalım. İstiklal mahkemelerini ondan sonra eleştirelim.
7. Sonuç
Türk kurtuluş savaşı Atatürk adıyla organik surette bağlıdır. Her ikisi birbirinden hiç bir şekilde ayrılamaz.
Merhum İsmet İnönü ne güzel söylemişti: “Eşsiz, kahraman Atatürk!
Vatan sana minnettardır.” Evet ona gerçekten minnet ve teşekkür borçluyuz. Bu şansı bize bağışladığı için Yüce Tanrıya da şükür ve şükran borçluyuz.