Avrupa Hun Türk imparatorluğunun (370-469), en büyük hükümdarının Attila olduğunu söylemeye gerek yoktur. Attila her iki Roma imparatorluğunu haraca bağlamış, tir tir titretmişti. Zamanında imparatorluğun sınırları Galya’dan (bugünkü Fransa) Aral gölüne, Danimarka (Kuzey denizi) kıyılarından İtalya kuzeyine, Balkan yarımadasının ortalarına kadar uzanıyordu.
Attila’nın 395-400 tarihlerinde doğduğu tahmin edilir. İdil ırmağı kıyılarında doğduğunu söyleyenler de vardır. İldiko adlı bir kızla gerdeğe girdiği gecenin sabahında yatağında ölü bulunmuştur. İç kanamadan, güçlü olasılıkla mide kanamasından ölmüştür. Ölümü 453 yılının ilk çeyreğinde vuku bulmuştur.
Sabah olunca uzun süre evinden çıkmayan Attila’nın sarayına giren ve öldüğünü gören Hunlar derin bir mateme bürünmüşlerdi. Got tarihçisi Jordanes, 551’de yazdığı eserinde Attila’nın ölümü sonrasını şöyle anlatır:
“Attila tarihçi Priskos’un anlattığına göre, öldüğü sırada İldico adlı çok güzel bir kızı, o soyun geleneği uyarınca, sayısız eşlerinin ardından kendine eş olarak alıyordu ve düğün sırasında çok fazla neşelenerek gevşeyip şarap ve uykunun verdiği ağırlıkla sırt üstü uzandığında, her zaman başına geldiği üzere burnundan oluk oluk kan akmaya başladı. Kanın normal akış yolları engellenince de öldürücü yoldan boğazına inerek hayatına son verdi. Ertesi gün, güneş gökyüzünün tepesine yükseldiğinde hakanın adamları kuşku içerisindeydiler. Kapıyı açıp içeriye girdiklerinde Attila’yı ağlayıp sızlayan kızın kollarında yarası beresi olmadığı halde ölü durumda, kızı da yüzünü peçesinin altına gömmüş, ağlarken buldular.”
Demek ki Attila düğün gecesi bir delikanlı heyecanıyla neşelenmiş, eğlenmiş, fazlasıyla içmiş, sonrasında burnundan kan gelmişti. Burnundan kan gelmesi mide kanamasının göstergesidir. Jordanes’in anlattıklarından, mide kanamasının sadece o gece olmadığını, daha önce de sık sık vuku bulduğunu öğreniyoruz. Kanamanın durdurulması için burnu tıkama yoluna baş vurulunca (bunu tabii ki kendisi ve İldiko’dan başkası yapamazdı) akış yolu bulamayan kan boğazına doldu ve boğularak ölmesine yol açtı. Böyle olmasaydı da, ölecekti. Çünkü daha önce pek çok mide kanaması geçirdiğine göre demek ki mide artık iflas etmiş, içki ve yemekle iyice tahriş ve tahrip olmuş, son kanama başlamıştı.
Jordanes anlatmaya devam eder:
“O zaman şu hayret şayan şey vuku bulmuştur: Bu kadar vahşi düşman hususunda endişeli olan doğunun kralı Markianos’a rüyasında Tanrı’nın kendi yanında oturduğu görülmüş ve Tanrı ona Attila’nın yayının aynı gecede kırılmış olduğunu göstermiştir. Sanki bununla soyun kendisi birçok şey elde ediyormuş. Sanki bu silahta çok anlam varmış gibi. Tarihçi Priskos bunu gerçekten ispat edebileceğini (yani buna gerçekten tanık olduğunu) söylemektedir.”
Yayın Türk kültüründe egemenlik belirtisi olduğu bilinir. Belki yay Romalılarda da egemenlik belirtisiydi. Ancak Priskos’un “Sanki bununla soyun kendisi birçok şey elde ediyormuş. Sanki bu silahta çok anlam varmış gibi” demesinden yayın Romalılarda egemenlik belirtisi olmadığını anlıyoruz.
Yayın Türk kültüründe egemenlik alameti olduğunu gözönüne alırsak tam Priskos’un anlattığı gibi olmasa da, buna benzer bir düşün görülmesi kabildir. Priskos’un buna tanıklık edebileceğini söylemesi böyle bir düşün görüldüğü olasılığını güçlendirmektedir. Belki imparator yayın Türklerde egemenlik alameti olduğunu işitmişti. Tanrı’nın imparatorun yanında oturması ise kuşkusuz uydurmadır. İmparator Aleksiyos Komnenos da (ölümü 1118) zor durumda kaldığında Tanrı’ya soru sorar, yanıtını kendi yazdığı kâğıtlarla alırdı.
Jordanes, Attila’nın ölümüyle ilgili tasvirlerini sürdürür:
“Ordugâhın ortasındaki ipek çadırın içerisinde Attila’nın naaşı duruyordu. Bunun etrafında Hun askerlerinden seçilmiş süvariler savaş oyunları oynuyorlardı. Erkekler halk geleneğine uygun olarak saçlarını kestiler. Korku uyandıran yüzlerini derin yaralarla çirkinleştirdiler. Aynı zamanda ozanlar ve savaşçılar Hun dilinde ağıtlar söylediler.”
Attila’nın naaşının olduğu çadırın etrafında Hun askerlerinin savaş oyunları oynaması, Hun erkeklerinin saçlarını kesmesi, yüzlerinde yaralar, çizikler açması eski Türk geleneklerindendir (21 Aralık 1966’da anneme dedemin öldüğünü söylediğimde hemen başını açıp saç örgülerini çözmüş, tırnaklarını yüzüne sürerek ağlamaya başlamıştı).
Ozanlar ve savaşçıların ağıt, yani sağu söylemeleri eski Türk geleneklerindendi. Priskos, Attila’nın verdiği bir ziyafette Hun ozanlarını gördüğünü kayda geçirmiştir:
“Akşam olunca meşaleler yakıldı ve Attila’nın huzuruna iki barbar gelerek kendi yazmış oldukları Attila’nın kahramanlıkları ve İskitlerin zaferleri ile ilgili şiirler okumaya başladılar. Bütün davetliler bu şiir okuyanlara bakıyorlardı. Kimi bu şiirlerden dolayı seviniyor, kimi o esnada yaptığı savaşları hatırlayarak duygulanıyor, ihtiyarlar ise ağlıyorlardı."
Demek ki Türklerde ozan - aşık geleneği çok eski çağlardan beri vardı. Olması gayet doğaldır, olmaması anormal olurdu. Bunu biliyoruz, fakat Priskos’un anlatması, ilk elden bilgi vermesi ayrıca önemlidir.
Neyse, Priskos’u bırakıp Jordanes’e dönelim: Jordanes, Hun dilindeki ağıdın (sağu) tercümesini vermiştir (Jordanes’in yazdıklarını aynen veriyoruz. Sadece başlığı biz koyduk ve Jordanes’in satırlarını dize şeklinde, şiir gibi dizdik. Başka deyişle bir tür mensur şiir yaptık):
Attila Sağusu
Hunların en büyük kıralı,
Muncuk’un oğlu,
en cesur kavimlerin hükümdarı Attilâ,
kendisinden önce hiç duyulmamış bir kuvvetle
kendi başına Skitya ve Germania ülkelerine sahip olmuştur.
o, birçok şehirler ele geçirmek suretiyle
her iki Roma imparatorluğunu korkutmuş ve bunlar,
başka yerler de onun eline geçmesin korkusiyle,
onu ricalarla ve yüksek vergi ödemek suretiyle
yatıştırmışlardır.
Bütün bunları talihin özel bir lûtfu olarak
yaptıktan sonra,
düşmanların darbeleri altında
veya kendi adamlarının hıyanetiyle değil,
düğün neşeleri içinde,
kuvveti hiç bozulmamış olan milleti arasında,
en ufak bir acı duymadan ölmüştür.
Hiç kimsenin öcistiyemiyeceği bu ölümü
kim ölüm sayabilir?
Jordanessağudan (ağıt) sonrakiolaylarışöylenakleder:
“Priskos’un anlattığına göre daha sonra Attila’nın mezarının başında strava denilen cenaze yemeği yenmiş ve defin törenine başlanmıştır. Attila’nın cesedi bir biri ardına üç tabuta kondu. Bunlardan birincisi altın, ikincisi gümüş, üçüncüsü ise demirdendi. Bu, güçlü kralın üçüne de değdiğini göstermek içindi. Demir kavimleri yendiğinin, altın ve gümüş ise her iki Roma imparatorluğunda kazandığı mevkinin işareti idi. Gömme işi geceleyin ve gizlice oldu. Savaşta düşmandan alınan silahlar, değişik taşlarla süslü, altın işlemeli at koşum takımları ve krallığını gösteren değişik şeyler onunla birlikte mezara kondu. Bunlar onun sarayını süslüyorlardı. İnsana has açgözlülüğü, bir büyük ve değerli hazineden uzak tutmak, kabrin yerini hiç kimsenin bilmemesi için mezarı kazanlar da öldürüldü.”
Türk tarih edebiyatında kahramanlara yakılan üç sağu meşhurdur. Birincisi budur. Yani 453’te Attila’nın ölümüne yakılan Attila sağusudur. İkincisi 714’te Beşbalıkta Çinliler tarafından tuzağa düşürülüp öldürülen Alp Er Tonga sağusu, üçüncüsü Kanuni Sultan Süleyman’a Baki’nin yazdığı “Mersiye”dir.
-------------------
83 Grek Seyyah Priskos’a Göre Avrupa Hunları, çev. Ali Ahmetbeyoğlu, TDAV y., İstanbul 1995, 8.fragman, s.106.
77 Ali Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu,Ankara 2001, s. 105 vd.
78Ahmetbeyoğlu, s. 106.
79 AnnaKomnena, Aleksiad - Malazgirdin Sonrası, çev. Bilge Umar, İstanbul 1996, s. 290, 490.
80Ahmetbeyoğlu, s. 106.
81 Grek Seyyahı Priskos’a Göre Avrupa Hunları, çev. Ali Ahmetbeyoğlu,TDAV y.,İstanbul 1995, 8. fragman, s. 49.
82 “Attilâ”, Türk Ansiklopedisi, c. 4, s. 194. Sağu ufak tefek farklarla şu yapıtlarda da yer almıştır: Hüseyin Namık [Orkun], Attila ve Oğulları, Remzi kitaphanesi, İstanbul 1933, s. 83. / Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu, s. 106.